BASIN AÇIKLAMASI
(17.11.2023)
Değerli basın emekçileri,
Saygıdeğer halkımız,
İki gün önce Özgül vekilimizle birlikte dahil olduğumuz bir yaşam hakkı çağrısının detaylarını sizlerle paylaşmak için bu basın açıklamasını gerçekleştiriyoruz. Bu çağrı Kastamonu’nun 70 km ötesinde, 2000 nüfuslu Hanönü ilçesinden yükselmekte.
Peki niye?
Hanönü halkı, 2007’den beri, ormanlarla kaplı, küçük ve güzel ilçelerinin çevresinde bakır madeni çıkaran Acacia (Akasya) Madencilik’in pervasız uygulamalarıyla karşı karşıya. Bu madencilik şirketi 2011’de İbak holding, 2016’da da Akfen Holding’in katılımıyla büyüyerek, madencilik çalışması yürütüyorlar.
1700 hektarlık ormanlık bir alan üzerine açılan bakır madeni, ilçenin hemen yanı başında ve 200 metre derine ulaşan maden çukuru, adeta bir atom bombasının açtığı krateri andırıyor. Ki bu çukurun açılabilmesi için Gökırmak’ın yatağı ve akış yönü değiştirilmiş, yani doğanın kendi işleyişine dahi müdahale edilmiştir. Bu çukurdan arta kalanlarla bir atık dağı oluşmuş durumda. Bu tepede kümelenen ağır metaller yağmur ve rüzgâr etkisiyle havaya, suya ve toprağa karışıyor. Şirket, bu bölgeden çıkardığı madeni işlemek için yine ilçeye tepeden bakan, yakın bir noktada bir tesisi kurmuş, ve orada her gün binlerce ton kimyasal kullanarak madeni burada ayrıştırıyor. Böylece hem madeni yıkadığı su ve kimyasallarla, hem de maden artıklarıyla, toprağı ve suyu zehirliyor.
Bölgenin doğasını katleden, havasını, suyunu, habitatını zehirleyen şirket, bütün bunlarla yetinmemiş, ilçenin 1 km ötesine 5 milyon metreküp hacminde bir atık barajı inşa etmiştir. Zehrin ayrıştırılmasında birçok yönetmeliğe uymakla yükümlü olan bu şirket, bölgedeki insan ve doğa yaşamını hiçe sayarak bu barajın inşaatını gerçekleştirmiştir.
Asıl ürkütücü olan şey şudur ki; 5 milyon metreküp zehir çamurunu barındırması beklenen baraj MTA (Maden Tetkik Arama) verilerine göre aktif fay hattının üzerine inşa edilmiş. Hali hazırda zemin kayma problemi ile karşı karşıya kalan ve şirketin dahiyane çözümü fore kazıklarla güçlendirilmeye çalışılan baraj, göz göre göre büyük bir tehlikenin üzerine inşa edilmiştir.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanının adını bile bilmediği bu ilçemizde, 5 milyon metreküplük bir zehir barajını nasıl olur da aktif bir fayın üzerine yapar? Buradan sizler aracılığıyla sormak istiyoruz. Olası bir çökmede bütün bir ilçeyi yutarak yok edebilecek, bütün canlı yaşamını zehriyle eritecek, kimyasal birikintinin tutulduğu bu alanın ÇED raporunu hazırlarken, hiç mi bir tane bakanlık görevlisi çıkıp da yerin tektonik yapısına bakmadı? İlçeye bu denli yakın oluşunda beis görmedi? 500 m ötesindeki yatılı okulda barınan öğrencilerin yaşam hakkını düşünmedi?
Belli ki, şirketin masraflarını incelikli bir şekilde düşünen ve yönetmeliklerini esnetmekte sakınca görmeyen zihniyette, Hanönü halkının yaşamlarına, doğalarına, sağlıklarına dair detaylara sıra gelmiyor.
Anlaşılan bakanlık, bölge halkının güvende yaşamasına değil, yakın bir gelecekte bölgei boşaltmaya çalışan bir yaklaşım içinde. Toprağı ve suyu zehirlenen insanlar, bölgeden uzaklaşıyor ve Çevre Bakanlığı bu duruma seyirci kalıyor.
Facialar ülkesi olarak nam saldığımız bir dönemde, iş güvenliği uygulamalarının bile yerine getirilemediği için binlerce işçinin-emekçinin yaşamına kast edildiği bir düzende, bu barajın fay üzerine kurulması hem bizi hem de bölge halkını tedirgin ediyor. Bölgede sık sık gerçekleşen depremler de bu tedirginliği arttırıyor.
Depremler sonrasında atık barajının zeminine dönük herhangi bir tespit çalışmasının yapılmamış olması, atık barajının zemininde bulunan plastik koruma membranının yırtılıp yırtılmadığına dair bilginin kamuoyu ile paylaşılmaması ve dolayısıyla toprağa sızma ihtimali kuvvetle muhtemel olan bir olayın sonuçlarını bilemiyor olmamız tedirginliğimizi kat be kat arttırıyor. Zira olası bir tehlikede Hanönü’nün yok olacağı su götürmez bir gerçektir, dünyada da ne yazık ki benzer örnekleri vardır.
İşin daha kötüsü, madenlerin kimyasal sıvılarla yıkanmasını ve ayrıştırılmasını sağlayan tesisten bu baraja deşarj edilecek olan atıkların tahliye boruları, şehrin merkezinden geçmesidir. Geçtiğimiz yıl üç defa üst üste bu borularda patlama meydana gelmiş, ilçenin sokakları zehirli çamura bulanmıştır. İnsanların yürüdüğü sokaklar, ürünlerini yetiştirdikleri bahçeler zarar görmüş, sızıntı civarda bulunan Gökırmak nehrine ulaşmıştır. Çevre Kanunu gereğince üst üste aynı sorundan ötürü kazaya sebebiyet vermiş şirketin, faaliyet durdurma cezasıyla karşı karşıya kalması beklenirken, şirketin hala çalışmaya devam etmesi akıllarda soru işaretleri yaratmaktadır. Bu şirketin faaliyetlerini denetlemekle yükümlü merciler, kazaların tekrar etmesine nasıl göz yumaktadır?
Bakın arkadaşlar,
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bu konuda meclise verdiğimiz soru önergesine verdiği ibretlik cevabı sizlerle de paylaşmak isterim:
Biz, “Kastamonu’daki bakır madeninin çevreye zarar verdiği doğru mudur?” diye sormuşuz, bakanlık bize “Yok öyle bir şey. Bu iddia doğru değil” diye cevap vermiş.
Sonra aynı bakanlık, adı geçen işletmenin yaptığı ihlalleri saymış ve bu ihlaller nedeniyle bu işletmeye 3 yıl içinde tam 7 defa ceza kesildiği cevabı vermiş. Peki bu cezalar ve verilme nedeni neymiş?
18.02.2020 tarihinde 88 bin 499 TL -Toprak kirliliği
05.03.2021 tarihinde 40 bin 223 TL -ÇED Taahhüt İhlali
06.06.2022 tarihinde 263 bin 022 TL- Toprak kirliliği
22.06.2022 tarihinde 131 bin 516 TL – Atık su
23.06.2022 tarihinde 32 bin 885 TL – Bilgi ve belge vermemek
31.10.2022 tarihinde 394 bin 548 TL – Toprak kirliliği
11.01.2023 tarihinde 879 bin 564 TL – Toprak kirliliği
Hani bu işletme çevreyi kirletmiyordu? Madem kirletme yok bu kadar cezayı neden kestiniz? Bu bakanlık ya işletmelere haksız ve hukuksuz yere ceza yazıyor, ya da sorduğumuz sorulara bile bile yanlış cevaplar vererek hem bizi hem de Türkiye kamuoyunu aldatıyor.
Biz gittik ve yerinde gördük ki, Çevre bakanlığı üzerine düşen görevi yapmıyor. Hepinizin bilmesini isterim ki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bu konuda halkı yanıltan cevaplar veriyor. Bakanlığa buradan soruyoruz: Türkiye kamuoyunu aldatma pahasına hangi gerçekleri gizlemeye, kimi korumaya çalışıyorsunuz?
Bir maden şirketi bir ilçeyi çevreleyen ormanlık dağı tahribatla işe başlıyor, havanıza oksijeninize ipotek koyuyor, üstüne beslendiğiniz toprağı, içtiğiniz suyu zehirliyor ve işlemeye bugün olsun devam ediyor. Bunları yaparken ne hak biliyor, ne yönetmelik tanıyor ne de bunu yapacak bir denetim mekanizmasıyla karşılaşıyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir.
Anlaşılan bu şirket, Hanönü’nde yekpare bir varlık sürdürebilmesinin olanaklarını tanıyan mevcut kurumlar ve ilişki ağlarını gerek şiddet gerekse de ekonomik gücü ile kendi lehine dönüştürebilmiş durumdadır.
Bütün bunlara rağmen, Hanönü halkı yaşamlarına ve doğalarına kasteden bu zincirleme ilişki ağı karşısında sesini yükseltmiş, topraklarına sahip çıkarak, kurumların yapmadığı denetimi kendileri yapmıştır. Flotasyon tesisinden Gökırmak’a bırakılan zehir deşarjının ardından kendi aldıkları numunelerle testler yaptırmış, sonuçlarını kamuoyu ve yetkililerle paylaşmıştır. Bu testlerden, ne yazık ki, korkunç sonuçlar açığa çıkmış, içme suyu standartlarının çok üzerinde kimyasallara rastlanmıştır.
Buradaki durumun farkında mıyız arkadaşlar?
Çevre’den sorumlu bir bakanlığımız var, illerde bu bakanlığa bağlı müdürlükler var ve böylesine bir şirketin ayyuka çıkmış faaliyetlerine dair, testleri, tetkikleri yapan ise 2000 nüfusluk Hanönü halkı var. Kastamonu’nun Hanönü ilçesindeki yurttaşlarımızın sahip çıktığı kadar, 271 milyarlık bütçesiyle doğaya sahip çıkmayan bir Çevre Bakanlığı var.
Talan siyasetinin bugün yaşamın her alanında, en pervasız haliyle karşımıza çıktığını görüyoruz Karşılarında kimsenin olmayacağını düşünerek, usulsüzlüklere devam ediyorlar. Kendi menfaatince havasına, suyuna sahip çıkmaya çalışan yurttaşları da susturmaya, bastırmaya çalışıyorlar. Bu pervasızlık gösteriyor ki hem bu iktidar, hem de çevreden sorumlu olduğunu iddia eden bakanlık yaşamın değil, sermayenin yanındadır.
Değerli basın emekçileri,
Söz konusu Acacia Madencilik, bölgede kurduğu bu hükümranlığın da sarhoşluğuyla, maden sahasını genişletmek için işe koyulmuş, Hanönü’den Taşköprü’ye kadar ki mesafede toplam 8 bin hektar orman arazisinde sondaj çalışmalarına başlamıştır. Şirket, bu genişlemeyi ÇED muafiyetini alacak şekilde parçalı tutmuş, nitekim bu kurnazlıkta başarılı da olmuştur. Bugün baktığımızda yeryüzünde 8 bin hektarlık yani 80 kilometre karelik yüzölçümüne sahip 23 tane ülke bulunmaktadır. Toplamda 10 bin hektarı bulacak olan orman tahribatı ise Türkiye’de bir yılda yanan orman arazisinden fazladır.
Şirketin 1700 hektarla başladığı bu talan serüveni, toplamda 10 bin hektara ulaşacak güzergâhında bulunan birçok köyü olumsuz etkileyecek, Hanönü’nün başına gelenler zamanla yayılmış bir şekilde bu ilçelerin ve köylerin de ortak kaderi olacaktır.
Bu konuyla ilgili Bakanlığa çağrımız şudur:
Her fırsatta 2053, 2073 yıllarını işaret edip hamaset dolu gelecek vizyonu çiziyorsunuz. Hedef olarak gösterdiğiniz o yıllarda bu ülkede halâ bir doğa ve canlı hayat kalmasını istiyorsanız, yarından tezi yok, bu doğa düşmanı tesislerin genişlemesine, işletmelerin kâr ve para hırsına alet olmaktan artık vaz geçin.
Bu bölgede akarsuları, içme suyu rezervlerini zehirleyen, toprağı ve çevreyi kirlettiği için defalarca ceza kesilen bu işletme derhal kapatılmalıdır.
Bu işletmenin faaliyetleri sonucunda çevrede oluşan kirlilik doğayı zehirlemeyecek şekilde bertaraf edilmelidir.
Değerli Basın emekçileri,
Biz Hanönü ilçesindeki doğa katliamını yerinde görmek için gidip döndüğümüzde ve bu gözlerimizi sizlerle paylaşmaya hazırlandığımızda başka bir doğa talanının haberini aldık.
Akbelen’de insanlar yerinden yurdundan, evinden ediliyor.
Bugünkü iktidar, kendini şirketlerin ve sermayenin bekçisi gibi görüyor. Sermayeye kapı kulu olmuşlar. Kolluk güçlerini adeta şirketlerin emrine vermişler. Bölgedeki halkı göçe zorlayan uygulamaları kolluk güçleri aracılığıyla hayata geçiriyorlar.
İktidar mülksüzleştirme, yerinden etme, soylulaştırma ve şirketlere peşkeş çekme faaliyetine hız vermiş durumda. Türkiye’nin ikinci yüzyılını, halkı yerinden etme, kendi ülkesinde göçebe ve mülteci haline getirme yüz yılı yapacaklar.
Bu iktidarı göndermeden bu sorunlara çare üretmen mümkün değildir.
İktidarı göndermek de yetmeyecek. Onun yerine halktan ve doğadan yana bir yönetimi işbaşına getirmek gerekiyor.
Buradan ilan ediyorum: Biz HEDEP olarak bu ilkede yönetime geldiğimizde ne halk yerinden yurdundan olacak ne de şirketlerin doğa katliamlarına izin vereceğiz.
Halkımızı bu doğa katliamlarına karşı daha aktif bir şekilde mücadele etmeye çağırıyorum.
Halktan ve doğadan yana bir hayat kuracağımıza olan inancımla tüm halkımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Bir yanıt bırakın