Bir konuşmanızda “ Yeşil Sol Parti 11 yıl önce kuruldu. HDP’nin kurucu partilerindendir. Yeşil Sol Parti Kürtlerin, Türklerin, Arapların ortak partisidir” demiştiniz. Yeşil Sol Partiyi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Evet, 600 kadar arkadaşımızın kurucu olarak yer aldığı Yeşil Sol Parti’yi 11 yıla yakın bir zaman önce, 25 Kasım 2012’de kurduk.
Türkiye sol-sosyalist hareketi içinde çok eskiden beri süregelen çeşitli tartışmalar, 12 Eylül cuntasından sonrasında hem giderek derinleşmiş hem de yeni arayışlara doğru evrilmişti. Aslında bunlar, dünya sosyalist hareketi içinde de süren ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra artan tartışmalardan çok da bağımsız değildi. Hepimizde büyük heyecanlar yaratan ÖDP’nin kuruluşu da bu arayışların sonuçlarından biri olmuştu.
Bugünkü Yeşil Sol Parti’yi kuranlar olarak bizler de o dönemde büyük oranda ÖDP içinde yer almıştık. toplumsal mücadelesinin en geniş demokrasi cephesi ile sürdürülmesi gerektiği inancıyla hareket eden bugünün Yeşil Sol Parti kadroları, öncelikle Alevileri, emekçileri, Kürtleri ve çok geniş bir kesimi kapsayacak bir siyasi örgütlenme çalışması başlatmıştı. Başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’deki mevcut toplumsal sorunlarının çözümüne yönelik ortaya çıkan bazı yaklaşım farkları, bizi çok daha geniş birlikteliklerin ve demokratik, çoğulcu, eşitlikçi bir muhalefetin en geniş kesimlerle birlikte yaratılması gerektiği noktasına getirdi. Bunun sonucunda 2010 yılında Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni (EDP), kurduk. Ardından da, EDP-Yeşiller Partisi birleşmesi ile, ülkemizde toplumsal mücadele tarihinde büyük deneyimler biriktirmiş olan sol-sosyalist-demokrat kesimlerle, Türkiye’de ekoloji hareketinin temelini atan ekolojist çevreleri bir araya getirdik ve Yeşil Sol Parti adıyla yolumuza devam ettik.
Yeşil Sol Parti, emeğin haklarından, toplumsal cinsiyet mücadelesine, LGBTİ+ haklarından, gençliğin mücadelesine, halkların demokrasi ve kimlik mücadelesinden hayvan haklarına ve doğa için yürüttüğümüz ekoloji mücadelesine kadar, yani aslında günümüz toplumunu ve doğayı ilgilendiren her konuda kapsamlı analizler yapıp çözüm önerileri geliştiren bir partidir.
Biz temel toplumsal sorunlara politik yaklaşımımızı 4 Adalet adı verdiğimiz bir perspektifle ifade ediyoruz. ‘İktisadi adalet’ kavramıyla kapitalist sömürü sistemi nedeniyle derinleşen yoksulluk, işsizlik ve gelir dağılımı adaletsizliğina karşı emekten ve halktan yana mücadele perspektifimizi ifade ediyoruz. ‘Çevre ve iklim adaleti’ ile sermaye sisteminin metalaştırdığı doğanın haklarından yana olmayı, iklim krizinin yarattığı sonuçlarla mücadele edip doğa talanına son vermeyi hedefliyoruz. Temsili demokrasinin neredeyse bir demokrasi karikatürüne dönüştürüldüğü ve geniş kitlelerin gerçek anlamda temsil olanağı bulamadığı bugünün yönetim sistemine alternatif olarak, bütün çoğulcu yapıların, farklı etnik ve inanç kimliklerinin siyasal hayata ve yönetime katılabilmesini amaçlayan ‘katılım adaleti’ni savunuyoruz. En açık ve baskıcı halini bugün Türkiye’de yaşadığımız tekçiliğe, yok saymaya ve her türlü ayrımcılığa karşı, farklı toplumsal, etnik ve inançsal kimlikleri hak mücadelesini esas alan politik perspektifimizi de kısaca ‘tanınma adaleti’ şeklinde ifade ediyoruz. Yani kısaca bizim 4 Adalet başlığı altında anlattığımız şeylerle gerçekleştirmek istediğimiz, eşitlikçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı, ekolojik, yerinden ve yerelden yönetimi esas alan, radikal bir demokrasinin inşasıdır.
Türkiye bildiğiniz gibi krizler sürecinin içerisinde. Ekonomik, siyasi, ekolojik krizler ve bunların toplamı anlamına gelen çöküş hali ile karşı karşıyayız. Bu krizler aynı zaman da bir yönetememe krizine de denk geliyor mu sizce?
Biz uzun zamandır Türkiye’nin içinde bulunduğu bu durumu çoklu kriz olarak ifade ediyoruz. Yaşamımızda, bugünkü siyasi iktidarın dokunup da kaosa neden olmadığı, krize dönüştürmediği bir şey neredeyse kalmadı. Bunun son örneğini 6 Şubat depremleri sonrasında bir kez daha acı şekilde yaşadık. Depremlerde yıkılan şehirlerin enkazı altında on binlerce insanımız can verdi. Ama aynı zamanda bugünkü rejim de bütün kurumlarıyla ve hiyerarşik yapısıyla o enkazın altına gömülmüş oldu. Bu ucube yönetim sistemi çökerken kendisiyle birlikte koca bir ülkeyi ve milyonlarca insanı da dibe çekiyor.
Elbette bir yönetememe krizinden de bahsedebiliriz. Öte yandan şunun da altını çizmek gerekir. Çoklu kriz sürecinde olduğumuz bir gerçek. Fakat bu durumun kimin için kriz, kimin için fırsat olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Bugünkü rejim, milyonlarca insanın hayatını felç eden krizleri, bir avuç sermaye sahibi için fırsata dönüştürme gayretiyle çalışıyor. Ekonomik krizi, işverenler için, konut krizini emlak spekülatörleri için, depreme dayanıksız kentler krizini, rantçı inşaat çevreleri için, ekolojik krizi doğayı metalaştıran kapitalist şirketler için fırsata dönüştürmeye çalışıyor. Rejim bütün mesaisini bunun için harcıyor. Bir avuç mutlu azınlık için, halkı soyup soğana çevirenler için bugünkü iktidarın bir yönetme krizi yoktur elbette. Bu nedenle başta beşli çete olarak adlandırılanlar ve onlar gibi olanlar iktidarın yanında saf tutuyor. Oysa bugünkü siyasal iktidar, halklardan, yoksullardan, emekten, doğadan yana olanlar için ise, acilen çözülmesi gereken bir yönetim krizinin failidir.
Her yanımızı milliyetçiliğin yükselen dalgaları sarmış durumda. Anti – milliyetçi bir duruş aynı zamanda resmi ideoloji ye karşı da bir duruş olabilir mi? Bunun için neler yapmalı?
Bütün baskı rejimleri ayakta kalabilmek için önce çeşitli düşmanlar yaratarak topluma korku, endişe ve geleceğe dair güvensizlik pompalarlar. Böyle yaparak halkı dikta rejiminin arkasında toplamaya ve baskıcı politikaları için toplumsal rıza üretmeye çalışırlar. Bunun örneklerini defalarca yaşadık. Siyasi ve ekonomik anlamda sıkışan iktidarın, sorunlara çare bulmakta zorlandıkça güvenlikçi politikalara nasıl yöneldiğine, halkın refahından kısarak finanse ettikleri çatışmalı ve yayılmacı savaş politikalarını sürdürmek amacıyla milliyetçiliğe her defasında can simidi gibi nasıl sarıldığına yakın tarihimizde defalarca tanık olduk. Ülke içindeki siyaseti de dizayn ederken, ötekileştirici, ayrıştırıcı, yok sayıcı söylemin sıklıkla kullanıldığını defalarca gördük. Başta HDP’li siyasetçiler olmak üzere politikacıları siyasi rehine haline getirmek, halkın iradesine kayyım atarlarken hep aynı milliyetçi zemini kullandılar.
Türkiye’de de gördüğümüz milliyetçiliğe dayalı bu tekçi zihniyet, bütün baskıcı rejimlerinin en çok kullandığı argüman oldu. Milliyetçilik rüzgârıyla yelkenlerini şişirip yollarına devam etmeye çalışan dikta rejimlerini durdurmanın yolu, bu tekçi-milliyetçi zihniyete dur demekten geçiyor.
Homojen bir toplum inşa etmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti, yüz yıldır Türk ve Sünni merkezli bir ulus yaratmak için, belli bir grubun dışında kalan herkesi mümkünse asimile, değilse tasfiye edilmesi gereken ‘öteki’ olarak görüyor. Bir avuç elitin tahayyül ettiği homojen toplumu inşa etmek için uygulanan milliyetçi politikaların mağduru olmayan toplumsal grup neredeyse kalmadı. Türkiye’nin yüz yıldır sırtında taşıdığı aşırı merkeziyetçi idari yapı, bölgesel eşitsizliklerin, etnik çatışmaların, doğa tahribatının ve ülkenin yönetilemez hale gelmesinin en önemli nedenleri arasındadır. İnsana yakın, tanınabilir, kolay yönetilebilir ve demokratik bir idari yapı siyasi olduğu kadar yönetsel açıdan da artık bir zorunluluktur.
Kürt sorununun ve kimliğe dayalı diğer tüm çatışmaları çözmenin yolu ancak, yerelin ve halkların kendi kendini yönetmesine olanak verecek demokratik, katılımcı, yerel ve yerinden yönetim esasına dayalı idari ve siyasi bir yapı oluşturmakla mümkün olur.
Demokrasiden bu kadar yoğun bahsediliyor olması aynı zamanda demokrasinin içinin boşaltılması anlamına geliyor. Partiniz bu konuda yeni tespitler yapıyor ve kendi gerçeğimiz ile örtüşen demokrasiyi yeniden tanımlıyor. Bu konuda ki görüşleriniz nelerdir?
Hedefimiz insanların, hayatlarıyla ilgili her karara her düzeyde katılımını mümkün kılan, doğrudan demokrasi idealine sahip çıkan, yerel politikanın ve yerel düzeyde kararlara katılımın belirleyici olduğu katılımcı ve kapsayıcı bir demokratik düzen kurmak.
Biraz önce de söylemiştim, bugünkü temsili demokrasi, ne yazık ki bugün adeta bir demokrasi karikatürüne dönüşmüş durumda. Bugünkü sistemin ne temsil özelliği kalmış ne de demokratik bir yanı… Gerçek bir demokrasinin yolu, devletten çok halkın örgütlenmesinden geçer. Aşırı hiyerarşik bir devlet yapılanması giderek totaliter bir baskı aracına dönüşür. Bütün yapıları kendine tabi kılan bir devlet örgütü, pratikte onların tamamını yutar ve işlevsiz bırakır. Türkiye’de olan da bu.
Bu yüzden hiyerarşik yapılanma yerine yatay yapılanmanın demokrasi fikrine daha çok denk düştüğünü savunuyoruz. İkinci yüzyılında Cumhuriyet’i demokratik bir cumhuriyet yapmak için yola çıktığımızı söylerken altını çizerek belirttiğimiz özgürlükçülük, katılımcılık, eşitlik, gibi ilkeler bir karikatüre dönüştürülmüş olan demokrasiyi kendi öz niteliklerine kavuşturma hedefimizi ifade ediyor. Biz, bugünkü Türkiye siyasetinde üçüncü yolu açtığımızı söylüyoruz. Üçüncü Yol sermayenin egemenliğine dayalı tekçi ulus-devlet anlayışına karşı, egemenlerin biri sağda biri solda gözüken iki tarihsel blokunun dışında ezilenlerin tarihsel ittifakını ve egemen güçlerden bağımsız bir yürüyüş çizgisini ifade ediyor. Demokrasiyi de bu güçlerin yürüyüşüyle inşa edeceğiz. Üçüncü yol çizgisinin temel stratejik hedefi bütün eşitsizlik ve sömürü biçimlerine, mevcut egemenlik ilişkilerine son veren, doğanın yağmalanmasına hayır diyen yeni bir yaşam idealini gerçekleştirmektir. Demokratik Cumhuriyet’in vazgeçilmez özellikleri, çoğulculuk, eşitlik, özgürlük, doğadan yana olması ve insanca yaşama hakkını öncelemesidir. Bu demokratik cumhuriyette hiç kimse dili, dini, etnik kökeni, cinsel yönelimi, kadın veya genç olması, siyasi düşüncesi nedeniyle baskı altına alınmayacaktır. Bu cumhuriyette insanın, doğanın egemeni değil bir parçası olduğu kabul edilecektir. Bu Cumhuriyette devlet toplumun egemeni olmayacaktır. Hizmet eden devlet gibi içi boş sloganlar değil yatay toplumsal örgütlenmeler üzerinde yükselen bir yapı inşa edilecektir.
Bu seçimleri diğer seçimlerden farklı kılan en temel özellikleri sıralamak gerekirse neler söylenebilir?
Bugün Türkiye tarihsel olarak önemli bir eşiğe gelmiş durumda. Mevcut dikta rejimi hayatımızın her alanını kriz alanına çevirmiştir. En temel hak ve özgürlüklerden, kadın haklarına, emeğin ve doğanın haklarından gençlerin geleceğine ve yaşama dair ne varsa her alan, bugünkü iktidardan kaynaklanan büyük bir tehdit ve saldırı altında. Bu gidişe dur demek zorundayız, başka seçeneğimiz yok.
Toplumda bir değişim isteği var. Bu isteği artık herkes görüyor. Bu değişim isteğinin siyasi bir iradeye dönüşmesi ve geleceğe doğru akacak bir mecraya taşınması gerekiyor. Ne bugünkü tek adam rejimi, ne kendini restorasyoncu olarak ifade eden kanat, Türkiye halklarını katılımcı, eşitlikçi, ekolojik demokratik bir geleceğe taşıyamaz. Ülkenin, açılması için emek harcadığımız, büyük bedeller ödediğimiz yeni bir yola, üçüncü yola ihtiyacı var. İşte önümüzdeki seçim, bu mücadeleyi yapabilmek için hepimize bir kapı aralayacak. Bu seçimlerle her gün giderek büyüyen cehennemin kapılarını kapatmak zorundayız. Kapatamazsak, giderek büyüyen bu cehennem çok daha fazla şeyimizi yutabilir. Önümüzdeki yol ya tam bir diktatörlüğe çıkacak, ya da gerçek bir demokrasi için mücadele edebileceğimiz bir kapı aralayacak. Bu nedenle 14 Mayıs seçimleri çok önemli.
Seçim sloganınız “ Buradayız ve Birlikte Değiştireceğiz “ halklardan çok ciddi karşılık buldu. Bu aynı zaman da bir slogandan daha fazlası olsa gerek.
Bu slogan aslında nasıl bir hayat tahayyül ettiğimizin de göstergesi. Biz bu yola çıkarken bizi bekleyen çok büyük görevler olduğunun, bunun sorumluluğunun ağır olduğunun farkındaydık. Sorumluluklarımızın gereğini yerine getirmeye gayret ederek ilerledik. Bunu yaparken aynılaşmadan bir arada olmanın, tek tipleşmeden ortak hedefe yürümenin, biat etmeden temel konularda ortaklaşmanın, farklılıklarımızla zenginleşmenin başarılması gerektiğine inanıyoruz. Seçim sloganımız tam da bunları ifade ediyor. Seçim sloganımızla, halklarımıza dayatılan bu kötü sistemi, halkların yararına ve onlarla birlikte değiştireceğimizi söylüyoruz.
Birlikte değiştirmek iddiası iki temel olguya işaret ediyor. İlki, bir çoğulluğu ifade ediyor. Konuşmamızın başından beri işaret ettiğim demokratik katılımcılık ilkesi ancak böylesi bir çoğulluk fikriyle hayat bulabilir. Birlikte olmak, herkesin kendi olarak ortak hedefe ilerlemesini içeriyor. İkincisi de değiştirme iradesinin sahiplenilmesidir. Yine biraz önce söylemiştim, bugün Türkiye toplumunda görmezden gelinemeyecek bir değişim isteği ve talebi var. Siyasetin temel görevlerinden biri toplumsal ihtiyaçları siyasi bir iradeye dönüştürmektir. İşte biz bunu yapmaya çalışıyoruz. Toplumdaki değişim isteğini siyasi bir iradeye dönüştürmek ve örgütlü toplumun kendisiyle birlikte yine toplumun ihtiyaçları doğrultusunda bir değişim yaratmak istiyoruz.
Bir kaç parti dışında genel çoğunluk ekoloji mücadelesinin gerisinden gelmekte. Böyle olunca da ekoloji mücadelesini ya kontrol altına almaya çalışmakta ya da yok saymakta. Yeşil Sol Parti’nin ekoloji mücadelesine bakışı hakkında neler söylersiniz?
Sorunuz vesilesiyle hatırlatayım, partimizin toplumsal sorunlara yaklaşımını ve politik hedeflerimizi anlattığımız programı var. Herksin incelemesini isteriz. Programımız, partimizin internet sitesinde Programatik Metin adıyla mevcut, isteyen herkes oradan bakabilir, bu ve benzeri daha bir çok soruya cevap bulmak için programımızı inceleyebilir.
Sorunuza gelince… Yeşil Sol Parti, doğanın vazgeçilmez haklara sahip olduğunu, insanların, doğanın ve diğer canlıların haklarını ve yaşam ortamını koruma sorumluluğu taşıdığını savunuyor. Biz, kapitalist, sağ muhafazakâr, geleneksel, kalkınma ve büyüme kavramlarını kâr ve ekolojik yıkımın gerekçesi yapan, doğayı sonsuz bir kaynak deposu olarak gören düzen partilerinden farklıyız.
Doğayla uyumlu bir yaşamı ve yeşil bir geleceği savunuyoruz. Bunun için önce insanla doğa arasındaki bozulmuş olan ilişkiyi onarmak zorundayız. Bunun yolu üretim ve tüketim sistemini değiştirmeyi göze almaktan geçiyor. İnsanın olduğu gibi doğanın ve diğer tüm canlıların da vazgeçilmez hakları var. Bu hakların tamamı, Anayasa ve yasalarda toplum sözleşmemizin vazgeçilmezleri arasında yer almalıdır.
Eşitlik ve özgürlük için verdiğimiz mücadeleyi, ekolojik mücadeleden ayırmıyoruz. Hem insanlar arasındaki eşitsizliğin hem de doğanın tahrip edilmesinin sorumlusu olarak kapitalist sömürü sistemini işaret ediyoruz. Hem insana karşı, hem de doğaya karşı gerçekleştirilen bu sömürünün son bulması için öncelikle bugünkü vahşi kapitalizmi aşmamız gerektiğini savunuyoruz. Kapitalist sistemin restore edilerek evcilleştirilemeyeceğini ve bu yolla ekolojik yıkımın önüne geçemeyeceğimizi biliyoruz. Bugünkü sistem değiştirilmediği sürece, insanların ve diğer canlıların geleceği güvence altına alınamaz. Yeşil Sol Parti insan hakları için olduğu kadar diğer canlıların ve tüm doğanın hakları için de mücadele ediyor.
Bu değerli sohbet için çok teşekkür ederim. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Sohbetimizin tamamında ifade ettiğim gibi bugün Türkiye’de konuşmayı erteleyemeyeceğimiz ve acil olarak çözüm üretmemiz gereken onlarca sorun var. Seçimlerin tek başına bütün bu sorunlarımızı çözemeyeceğinin biz de farkındayız. Ancak bu seçimlerle bugünkü kötü gidişe dur deme şansımız var. Bu şansı geri çevirme lüksüne kimse sahip değil. Bu nedenle herkesi ve özellikle de gençleri 14 Mayıs’ta oy kullanmaya, kendi geleceklerine sahip çıkmaya çağırıyorum.
Ayrıca, seçimler kadar seçimlerden sonraki süreçte siyasetin, parlamentonun ne yapacağı da çok önemli. 20 yıldan bu yana kurumsallaşmakta olan bugünkü rejime dur demek yetmiyor, özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı, katılımcı ve doğadan yana olan yeni bir demokratik sistemin inşa edilmesi, demokratik, sivil ve katılımcı bir anayasanın yapılması hepimiz kaçınılmaz bir görev.
Tüm bu nedenlerle, sandık başına gidecek bütün yurttaşlarımıza, milletvekili seçimlerinde Emek ve Özgürlük ittifakının parlamentoda en güçlü şekilde temsil olanağı elde edebilmesi için Yeşil Sol Parti adaylarına oy vermeleri, Cumhurbaşkanlığı için de bugünkü tek adam rejimine son vermek üzere en demokrat adayı tercih etmeleri çağrısında bulunuyorum.
Şununla paylaş:
Bir yanıt bırakın